Yenikapı çok açık ki iktidarın Taksim’i. Ama
burada Taksim’deki gibi su değil, halk taksim edilecek...
İstanbul’un merkezinde, Tarihî Yarımada’da damperli dev hafriyat kamyonları fink atıyor. Gece gündüz çalıştıklarına göre belli ki işin acelesi var. Dünya Miras Listesi’nde yer alan Tarihî Yarımada’nın coğrafyası yeniden biçimleniyor. Yakında deniz surlarının bitişiğine sekiz şeritli otoyollar, kavşaklar da yapılacak. Tarihî Yarımada’ya yapılan bu dolgu alanın, tabiri caizse bu yeni burunun adı “Yenikapı Gösteri ve Miting Alanı”. Yaklaşık 70 hektarlık, bir milyon kişi alabilecek devasa bir alandan söz ediyoruz. 2011 yılı başında, Belediye Meclisi’nin onayladığı 1:1000 plana —aslında projeye— göre inşa edilen bu alanda ayrıca bir yönetim binası, güvenlik ve sağlık merkezleri, otomobiller ve otobüsler için büyük otoparklar, restoranlar (1000 m2), sahne (3200 m2) ve kafeler de yer alacak...
Diyeceksiniz ki Tarihî Yarımada Koruma Planı’nda bu proje yer alıyor mu? Hayır. Peki, tam da o tarihte uluslararası bir yarışmaya açılan Yenikapı Projesi’nde yer alıyor mu? Hayır. Gene aynı tarihlerde hazırlanan ve UNESCO’ya iletilen Alan Yönetim Planı’nda yer alıyor mu? Hayır. Görünüşte iki ihtimal var: Birincisi: Bu planlar, projeler hazırlanırken toplantılara katılan —daha doğrusu bu planlama ve yarışma çalışmalarını yöneten— Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin bu projeden haberleri yoktu. Bu çalışmalar yürütülürken —bir gece ansızın— gizli bir karar alındı ve bu hazırlıkları, çalışmaları yapan yetkililerin haberi olmadan uygulamaya kondu.
Böyle bir gelişmenin mümkün olmadığını, meclis kararlarının gizli olamayacağını —yani ihtimal dâhilinde olmadığını— çocuklar bile bilir. O zaman geriye bir “ihtimal” daha kalıyor: Belediye yöneticileri plan ve yarışma çalışmalarını yapan ekiplerden bu kararı gizlediler.
Yöneticiler “bizim yaptığımız plan ve proje başka, o plan ve proje başka ” dediler ve kendi işlerine baktılar. Bu “ihtimal”, ki herhâlde ancak “siyaset tarihine geçecek” bir yönetim skandalı ile eşanlamlı olabilir; biri yerel, diğeri merkezî iki siyaset katmanı arasındaki ilişkiyi ifşa etmiş oluyor. Bir yönetim düşünün aynı konuda ve aynı anda iki ayrı karar alıyor. Bunları ayrı ayrı, sanki iki farklı yerdeymiş gibi uyguluyor. Olağanüstü ve eşi benzeri olmayan bir yönetsel “fragmantasyon”la karşı karşıya olduğumuz açık.
Bu durumda insanın aklına şu soru geliyor: Peki, neden yönetim bu kararı ve projeyi kendi görevlendirdiği yetkililerden, seçici kurul üyelerinden bile gizledi? Bir taraftan plan, proje için dünyanın parasını harcarken diğer taraftan bunları iptal edecek uygulamalara girişti?
Bunu anlamak için projenin amaçlarını tartışmamız gerekiyor.
İktidar fare —Başbakan’ın deyişiyle kemirgen— zehirler gibi, Beyoğlu’nun bütün sokaklarını gaza boğdu. İnsanlar evlerinde, yatak odalarında bile nefes alamaz oldular. (Bu yapılanların işkence yapmaktan ne farkı var?) Bu yetmiyormuş gibi kaçmaktan başka bir şey yapmayan insanların üzerine fişek, plastik mermi atıldığını, özellikle de başlarının hedef alındığını gözlerimizle gördük. Bu insanlar Başbakan’ın söylediği gibi polise şiddet mi uyguluyorlardı? Hayır. Bu insanların elinde ne sopa vardı, ne de pala. Yalnızca gösteri yapıyorlardı. Hatta gösteri bile değil, barışçıl bir şekilde meydanları, caddeleri sokakları kullanma haklarını ifade ediyorlardı. Bu insanlar en temel haklarını, ifade özgürlüklerini kullandıkları hâlde neden suçlulaştırıldılar?
Tahrir Meydanı gibi örnekleri gördükten sonra asıl korkulanın gösteriler değil, kentlilerin kendi aralarında kurdukları doğrudan iletişim olduğu anlaşılıyor. İktidar medyayı kontrol edebilir, hatta yalan haberler uydurup “camide içki içildi”, “polise şiddet uygulandı” falan diyebilir ama halkın halkla kurduğu iletişimi kolay kolay kontrol edemez.
Zaten İstanbul’da Bizans döneminden kalan Atmeydanı (Sultanahmet), Beyazıt Meydanı gibi meydanlara Cumhuriyet döneminde eklenen Taksim Meydanı bu açıdan hep problemli oldu. Taksim diğerlerinden farklı olarak muhalif siyasetin en etkili gösteri alanı hâlini kazandı. Üstelik kendiliğinden insanların Taksim’e çıkabildiği görüldü. Bu nedenle “Yenikapı Miting ve Gösteri Alanı” İstanbul halkının otoriter bir devlet tarafından kontrol edilmesinin, kendisine boyun eğdirilmesinin bir tahakküm aygıtı olarak işlev görecek. Eski siyasetin yeniden üretilmesini sağlayacak.
Böylece doğrudan iletişimin alanının yerini temsili iletişim alacak ve kentin içinde gösteri yapmak, söz söylemek isteyen kentlilere şiddet uygulanacak.
Bu dolgu alanında gösteri yapmak isteyenler önceden izin alacaklar, ister istemez. Çünkü burası tıpkı bir kongre merkezinin steril salonu gibi kullanılacak. Hatta göstericiler kira da ödeyecekler. Bu aygıtın işlevi kentlilerin kentle iletişimini koparmak. Onu ihale ve çıkar lobileri tarafından kontrol edilen medyanın ve resmî açıklamaların güdümüne sokmak. Yenikapı’da kentin kamusal alanlarının bir “getto-alan”la yer değiştirmesi amaçlanıyor. Kenti sürekli olarak bir şiddet nesnesi hâline getiren merkezci milli siyaseti yeniden üretmek için yapılıyor, karşılaşmanın olmadığı bir yer olarak ve kentlilerin kontrol altında olması için tasarlanıyor.
Yenikapı’daki bu dolgu alanı üzerine gerçekleştirilmeye çalışılan bu gösteri merkezi projesinin belki de en ilginç tarafı, inşaat hızlı yapılırsa, İstanbul’da protesto edilen yıkımların molozu, toprağı üzerinde gösterilerin yapılabilecek olması. Şöyle bir durum ortaya çıkabilecek: Göstericiler sözgelimi “Emek yıkılamaz” derken artık İstiklal Caddesi’nde değil, Emek Sineması’nın molozları ve hafriyatı üzerinde gösteri yapabilecekler. Ya da kentsel dönüşüm projesi bağlamında mahalleleri yıkılan insanların gösterileri kendi evlerinin molozu üzerinde olabilecek. Kırk yıl düşünseler, dünyanın en ünlü mimarlarını getirseler, bu müthiş mimari tasarım konseptini hiç bir kent yönetimi başaramaz.
Çünkü iktidarın kentsel dönüşüm projelerini, genelde
mekân politikasını şiddet olmadan uygulaması mümkün değil. Bu açık bir biçimde
görülüyor. Bu nedenle bu proje Türkiye demokrasisinin de şu anda nirengi
noktasını oluşturuyor. Ya Türkiye ulus-devletini merkezci, otoriter bir biçimde
geliştirecek, örtecek. AK Parti de tarihe otoriter siyaset aracılığıyla kent
ekonomisini, siyasetini kontrol ederek sınıfsal çelişkilerin, farklılıkların
üstünü örten bir siyasal parti olarak geçecek.İstanbul’un merkezinde, Tarihî Yarımada’da damperli dev hafriyat kamyonları fink atıyor. Gece gündüz çalıştıklarına göre belli ki işin acelesi var. Dünya Miras Listesi’nde yer alan Tarihî Yarımada’nın coğrafyası yeniden biçimleniyor. Yakında deniz surlarının bitişiğine sekiz şeritli otoyollar, kavşaklar da yapılacak. Tarihî Yarımada’ya yapılan bu dolgu alanın, tabiri caizse bu yeni burunun adı “Yenikapı Gösteri ve Miting Alanı”. Yaklaşık 70 hektarlık, bir milyon kişi alabilecek devasa bir alandan söz ediyoruz. 2011 yılı başında, Belediye Meclisi’nin onayladığı 1:1000 plana —aslında projeye— göre inşa edilen bu alanda ayrıca bir yönetim binası, güvenlik ve sağlık merkezleri, otomobiller ve otobüsler için büyük otoparklar, restoranlar (1000 m2), sahne (3200 m2) ve kafeler de yer alacak...
Diyeceksiniz ki Tarihî Yarımada Koruma Planı’nda bu proje yer alıyor mu? Hayır. Peki, tam da o tarihte uluslararası bir yarışmaya açılan Yenikapı Projesi’nde yer alıyor mu? Hayır. Gene aynı tarihlerde hazırlanan ve UNESCO’ya iletilen Alan Yönetim Planı’nda yer alıyor mu? Hayır. Görünüşte iki ihtimal var: Birincisi: Bu planlar, projeler hazırlanırken toplantılara katılan —daha doğrusu bu planlama ve yarışma çalışmalarını yöneten— Büyükşehir Belediyesi yetkililerinin bu projeden haberleri yoktu. Bu çalışmalar yürütülürken —bir gece ansızın— gizli bir karar alındı ve bu hazırlıkları, çalışmaları yapan yetkililerin haberi olmadan uygulamaya kondu.
Böyle bir gelişmenin mümkün olmadığını, meclis kararlarının gizli olamayacağını —yani ihtimal dâhilinde olmadığını— çocuklar bile bilir. O zaman geriye bir “ihtimal” daha kalıyor: Belediye yöneticileri plan ve yarışma çalışmalarını yapan ekiplerden bu kararı gizlediler.
Yöneticiler “bizim yaptığımız plan ve proje başka, o plan ve proje başka ” dediler ve kendi işlerine baktılar. Bu “ihtimal”, ki herhâlde ancak “siyaset tarihine geçecek” bir yönetim skandalı ile eşanlamlı olabilir; biri yerel, diğeri merkezî iki siyaset katmanı arasındaki ilişkiyi ifşa etmiş oluyor. Bir yönetim düşünün aynı konuda ve aynı anda iki ayrı karar alıyor. Bunları ayrı ayrı, sanki iki farklı yerdeymiş gibi uyguluyor. Olağanüstü ve eşi benzeri olmayan bir yönetsel “fragmantasyon”la karşı karşıya olduğumuz açık.
Bu durumda insanın aklına şu soru geliyor: Peki, neden yönetim bu kararı ve projeyi kendi görevlendirdiği yetkililerden, seçici kurul üyelerinden bile gizledi? Bir taraftan plan, proje için dünyanın parasını harcarken diğer taraftan bunları iptal edecek uygulamalara girişti?
Bunu anlamak için projenin amaçlarını tartışmamız gerekiyor.
İktidar fare —Başbakan’ın deyişiyle kemirgen— zehirler gibi, Beyoğlu’nun bütün sokaklarını gaza boğdu. İnsanlar evlerinde, yatak odalarında bile nefes alamaz oldular. (Bu yapılanların işkence yapmaktan ne farkı var?) Bu yetmiyormuş gibi kaçmaktan başka bir şey yapmayan insanların üzerine fişek, plastik mermi atıldığını, özellikle de başlarının hedef alındığını gözlerimizle gördük. Bu insanlar Başbakan’ın söylediği gibi polise şiddet mi uyguluyorlardı? Hayır. Bu insanların elinde ne sopa vardı, ne de pala. Yalnızca gösteri yapıyorlardı. Hatta gösteri bile değil, barışçıl bir şekilde meydanları, caddeleri sokakları kullanma haklarını ifade ediyorlardı. Bu insanlar en temel haklarını, ifade özgürlüklerini kullandıkları hâlde neden suçlulaştırıldılar?
Tahrir Meydanı gibi örnekleri gördükten sonra asıl korkulanın gösteriler değil, kentlilerin kendi aralarında kurdukları doğrudan iletişim olduğu anlaşılıyor. İktidar medyayı kontrol edebilir, hatta yalan haberler uydurup “camide içki içildi”, “polise şiddet uygulandı” falan diyebilir ama halkın halkla kurduğu iletişimi kolay kolay kontrol edemez.
Zaten İstanbul’da Bizans döneminden kalan Atmeydanı (Sultanahmet), Beyazıt Meydanı gibi meydanlara Cumhuriyet döneminde eklenen Taksim Meydanı bu açıdan hep problemli oldu. Taksim diğerlerinden farklı olarak muhalif siyasetin en etkili gösteri alanı hâlini kazandı. Üstelik kendiliğinden insanların Taksim’e çıkabildiği görüldü. Bu nedenle “Yenikapı Miting ve Gösteri Alanı” İstanbul halkının otoriter bir devlet tarafından kontrol edilmesinin, kendisine boyun eğdirilmesinin bir tahakküm aygıtı olarak işlev görecek. Eski siyasetin yeniden üretilmesini sağlayacak.
Böylece doğrudan iletişimin alanının yerini temsili iletişim alacak ve kentin içinde gösteri yapmak, söz söylemek isteyen kentlilere şiddet uygulanacak.
Bu dolgu alanında gösteri yapmak isteyenler önceden izin alacaklar, ister istemez. Çünkü burası tıpkı bir kongre merkezinin steril salonu gibi kullanılacak. Hatta göstericiler kira da ödeyecekler. Bu aygıtın işlevi kentlilerin kentle iletişimini koparmak. Onu ihale ve çıkar lobileri tarafından kontrol edilen medyanın ve resmî açıklamaların güdümüne sokmak. Yenikapı’da kentin kamusal alanlarının bir “getto-alan”la yer değiştirmesi amaçlanıyor. Kenti sürekli olarak bir şiddet nesnesi hâline getiren merkezci milli siyaseti yeniden üretmek için yapılıyor, karşılaşmanın olmadığı bir yer olarak ve kentlilerin kontrol altında olması için tasarlanıyor.
Yenikapı’daki bu dolgu alanı üzerine gerçekleştirilmeye çalışılan bu gösteri merkezi projesinin belki de en ilginç tarafı, inşaat hızlı yapılırsa, İstanbul’da protesto edilen yıkımların molozu, toprağı üzerinde gösterilerin yapılabilecek olması. Şöyle bir durum ortaya çıkabilecek: Göstericiler sözgelimi “Emek yıkılamaz” derken artık İstiklal Caddesi’nde değil, Emek Sineması’nın molozları ve hafriyatı üzerinde gösteri yapabilecekler. Ya da kentsel dönüşüm projesi bağlamında mahalleleri yıkılan insanların gösterileri kendi evlerinin molozu üzerinde olabilecek. Kırk yıl düşünseler, dünyanın en ünlü mimarlarını getirseler, bu müthiş mimari tasarım konseptini hiç bir kent yönetimi başaramaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder